6 Mayıs 2017 Cumartesi

TÜRKLERDE SANAT

Türklerde Sanat

Tarihin en köklü milletlerinden biri olan Türklerin yaşadığı Orta Asya, MÖ
4500’lere kadar uzanan çeşitli kültürleri de bünyesinde barındırmıştır.

  • Anav
  • Andronova 
  • Karasuk
  •  Tagar 

 kültürleri ile MÖ 3000’lere kadar uzanan ve en
eski Türk kültürü kabul edilen Afanesyova da burada yer almaktadır. Bu kültür
bölgelerinde tuğladan evlere, topraktan ve çeşitli madenlerden yapılmış süs ve
ev eşyalarına, dokumalara rastlanılması gelişmiş bir kültürün varlığını ortaya
koymuştur.
Orta Asya Türk sanatının temeli ilk Türk devletlerinde görülen atlı göçebe
kültürüne dayanmaktadır. Konargöçer bir yaşam tarzını benimseyen Hunlarda
ve Kök Türklerde taşınabilir sanat eserleri öne çıkarken yerleşik hayata geçen
Uygurlarda farklı eser tipleri görülmüştür.
Orta Asya’da yerleşik kültürlerle yan yana yaşayan Türkler sabit ev kültü-
ründen haberdar olmalarına rağmen konargöçer yaşam tarzından dolayı
çadırda yaşamayı tercih etmişler, bu da çadır sanatının gelişmesine neden
olmuştur. Yurt adı verilen ve keçeden yapılan çadırlar alçak kubbeli olup iç
çatısı ağaç iskeletlidir. Tepelerinde havalandırmayı sağlayan bir delik bulunmaktadır.



KURGAN

Türkler ölümden sonraki yaşama ait dini inanışları sebebiyle “kurgan” adı verilen mezarlar yapmışlardır. Özellikle Hunlarda rastlanılan kurganlar ,açılan çukurlar içerisine zemin ve tavanı
karaçam ağaçlarından oluşan bir mezar odasından ibarettir. Bu odanın tamamı keçe yaygılarla
örtülür, mumyalanmış ceset başı doğuya gelecek şekilde buraya yatırılırdı. Mezar odasına
ölen kişinin eşyaları ve bazı hediyelerle, atı da yakınına kuyruğu kesilmiş veya düğümlenmiş bir
şekilde gömülürdü. Hunlarda ki cesetlerin mumyalanarak gömülmesi geleneği Anadolu’da bazı
İlhanlı ve Selçuklu kümbetlerin de de uygulanmıştır.


Göktürkler Döneminde anıt mezar geleneği bazı değişikliklerle devam etmiştir. Anıt mezarlar dikdörtgen bir alan içinde, tören yolu ve bu yol üzerinde ölen kişinin yaptıklarından ve devletin durumundan söz eden kitabeler, çeşitli heykeller ve ortada bir sunaktan oluşur. Bu anıtların en ünlüleri Orhun Irmağı kıyılarında bulunan Tonyukuk, Kültigin ve Bilge Kağan anıt mezarlarıdır. anıt mezarları, çadırdan esinlenerek kubbeli yapmışlardır. Karahohoça yakınlarındaki kubbeli anıt mezarları bu döneme ait ilk örneklerdir. Ayrıca “Stupa” denen kubbeli tapınaklarda duvar ile kubbe arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanılmıştır. Daha sonraları Selçuklu ve Osmanlı mimarisinde kullanılan bu üç- genler “Türk üçgeni” olarak adlandırılmıştır. Uygurlar mimari alanda önceki dönemlere göre büyük gelişme kaydetmiş, birçok kent kurup etrafını surlarla çevirmişlerdir. Evler, saraylar, dinin etkisiyle yapılan manastır ve tapınaklar Uygur kent mimarisinin önemli ögeleridir.


Hunlar ve Köktürklerce bilinen kerpiç ve tuğladan yapılmış toprak damlı ev mimarisi Uygurlarda gelişme göstermiştir. Bu evler yarım metre yüksek bir tuğla duvar üzerine inşa edilir, genellikle tek katlı avlulu, dikdörtgen planlı olup evlerin pencereleri ilk zamanlar yuvarlak ve kemerlidir. Çatıları ise kiremitle örtülüdür. Uygur evleri plan açısından Anadolu’daki Türk evleri ile ortak özellikler göstermektedir. Bu dönemde yapılan manastır ve tapınaklar, mekan tasarımı ve avlu etrafındaki oda dizileri Türk- İslam devletlerindeki medreselere örnek olmuştur.


Heykel Sanatı

Göktürkler Döneminde heykel sanatı önemli gelişme göstermiştir. Heykellerdeki yüz ve saç biçimi ile giyim tarzının gerçeğe yakın bir şekilde yontulması dikkat çekicidir. Ayrıca öldürülen düşmanları temsil eden balballar da diğer heykel örnekleri arasında yer almaktadır. “Bengü taş, baba taş, kadın taş” gibi adlarla da anılan balballar, mezar taşı olarak günümüze yansımıştır. Özellikle Karakoyunlu ve Akkoyunlu Türkleri bu geleneği yaşatmışlardır. Yakın zamana kadar Tunceli ve Muş yöresinde koç biçimli mezar taşları yapılmıştır. Uygurlar Döneminde heykel sanatındaki gelişme devam etmiş; işlenmesi kolay alçı, toprak, ahşap, taş ve madenden eserler yapılmıştır. Heykeller balbal donukluğundan kurtularak hareketlendirilmiş, gerçek anlamda heykel sanatının doğuşu başlamıştır. At başı heykelinin kalıp döküm tekniğiyle yapılması bu ve benzeri heykellerin geniş bir kullanım alanı olduğunu ve aynı örnekten çok sayıda yapıldığını göstermektedir. Bu dönemde heykel sanatının gelişmesinde dini inançlar da etkili olmuştur.


Resim Sanatı

Türk resim sanatının temeli Uygurlar Döneminde atılmıştır. Uygurların tapınakları süslemek için yaptıkları duvar resimlerinde (fresko) insan yüzü duyguları ifade edecek şekilde resmedilmiş, portre sanatına geçiş yapılmıştır. Ayrıca kitapları süslemek için kullanılan minyatürlerin konuları dini ya da günlük hayattan seçilmiştir. Türk minyatür sanatının kaynağını oluşturan Uygur resim ve minyatür sanatı, Moğollar aracılığıyla İran ve Anadolu’ya taşınarak Anadolu Türk sanatını etkilemiştir. Çini sanatının da ilk olarak Uygurlarda kullanıldığı da bilinmektedir. Uygurların yerleşim merkezi olan Karahoço’da yapılan kazılarda tapınakların zeminlerinde çini parçaları bulunmuştur.


Türkler; demircilik, dokumacılık, dericilik, maden ve ahşap işçiliği gibi el sanatları ile uğraşmışlardır, yaptıkları eserleri çeşitli hayvan ve hayvan mücadele sahnelerini gösteren motiflerle süslemişlerdir. Türk sanatındaki bu süslemeye “hayvan üslubu “denmektedir. Türklerin yaşam tarzından kaynaklanan ve Hunlar Döneminde başlayıp tüm Orta Asya’da yaygın olarak kullanılan bu üslup, İslamiyet’ten sonraki dönemde özellikle taş süslemelerde sıkça kullanılmıştır.


Maden Sanatı


Türk maden sanatının ilk örnekleri altın, gümüş, demir ve bronz gibi madenlerden elde edilmiştir. Türkler ham demirden çelik elde ederek kılıç, kalkan, mızrak, ok uçları benzeri eşyalar yapmışlardır. Ahşap işçiliğine önem veren Türkler, ihtiyaçlarına göre sandalye, masa, dolap, karyola gibi ev eşyaları, mutfak takımları, göçlerde kullanılan araba ile at koşum takımlarını da ustalıkla yapmışlardır.
Türklerde yaşam tarzına bağlı olarak hayvancılık Türk sanatını da etkilemiştir. Hayvan ürünlerinin değerlendirilmesiyle ortaya çıkan dokumacılık önemli el sanatlarından biri olmuştur. Yünün kolayca işlenmesinden elde edilen keçe; çadır, giysi benzeri yapımında kullanılmıştır. Dokumacılığın bir dalı olan halıcılık da ilk dönemlerden itibaren Türklerde önem arz eden bir sanat dalı olmuştur. Pazırık Kurganı ve Doğu Türkistan mezarlarında (Milattan Sonra 3. ve 4. Yüzyıllarda )  bulunan Türk düğümlü halı parçaları Türklerde ilk dönemlerden itibaren bu sanatın yaygın olduğunu göstermektedir.


PAZIRIK HALISI

 1,9 m eninde 2 m boyunda olan halı, ince yün iplik kullanılarak Türk düğümüyle dokunmuştur. Desimetre kareye 3600 düğüm atılmıştır. Halı üçü dar, ikisi geniş beş bordürle çevrilidir. Halı dört sıra halinde altışardan yirmi dört kareye ayrılmış her bölüm bitkisel motiflerle dokunmuştur. Bunların içi dört yapraklı bitkisel motiflerle doldurulmuştur. Halının en iç ve en dıştaki dar bordürlerinde aslan ve gri fon, daha dıştaki geniş bordür de ise süvari figürleri yer alır. Kök boyayla renklendirilmiş halıda kırmızı, sarı ve mavi renkli iplikler kullanılmıştır.


Revak : Yapının ön yüzünde bir kemer dizisi ile dışa açılan üstü örtülü uzunlamasına mekan.
Eyvan : Üç tarafı ve üstü kapalı, bir tarafı avluya ya da diğer bir mekana açılan bölüm.
Kemer : İki sütun veya ayağı birbirine bağlayan mimari öge.
Avlu : Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan.


MİMARİ


a. Dini Mimari: Türk-İslam devletlerinde yerleşik yaşam tarzının önem kazanması imar faaliyetlerini ön plana çıkarmış; cami, medrese, kervansaray, köprü benzeri eserler inşa edilmiştir. Bu eserler arasında ilk sırada yer almıştır. Karahanlı camilerinde kubbe, önemli bir mimari unsur olarak öne çıkmış, Türk üçgeni kullanılmaya devam edilmiştir. Bu dönemdeki cami mimarisi Gazneliler devrinde de gelişimini sürdürmüştür.

Büyük Selçuklular, Karahanlı ve Gaznelilere göre daha büyük çapta camiler yaparak “eyvanlı tip” cami şemasını geliştirmişlerdir. Ortaya çıkan bu klasik cami planı, daha sonraki dönemlerde de cami mimarisine temel olmuştur. Büyük Selçukluların İran’da yaptıkları ve “Mescidi Cuma” olarak adlandırılan bu camiler kubbenin önem kazandığı ve planın kubbeye göre tasarlandığı ilk camilerdir. Türkiye Selçuklu camileri de Büyük Selçuklularda olduğu gibi çok sütunludur. Ayrıca bu dönemde Gazneliler zamanında ilk defa inşa edilen ahşap direkli camiler ve küçük mescitler de görülmektedir.

İslamiyet’in etkisiyle gelişen minare geleneği Türk-İslam sanatında önemli bir yere sahiptir. Barış zamanında müminleri namaza çağırmanın yanında savaş zamanında gözcü kulesi olarak da kullanılan minareler; fırınlanmış tuğlaların farklı dizilişi, çeşitli bitki motifleri, geometrik desenler, çini süsleme ve kûfi yazılarla zenginleştirilmiştir. Genellikle bir kaide üzerinde silindir gövdeli yukarı doğru daralan bir görünüme sahiptirler. Bu özellikleriyle Türk-İslam devletlerindeki minareler ağır ve hantal görünümlü Arap minarelerinin aksine biçimi ve süslemeleriyle sanatsal açıdan büyük bir önem taşımaktadır. XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’da medrese ve camilerin taç kapılarında çifte minareler yapılmıştır. “Devlet”i sembolize ettiği anlayışı ve eserlerin daha ihtişamlı görünmesi amacıyla yapılan çifte minarelere Orta ve Doğu  kentlerinde sıkça rastlanmaktadır. Bu minareli cephe mimarisi XIII. yüzyılın sonuna kadar varlığını sürdürmüştür.

b. Sivil Mimari:Türk-İslam devletleri dini mimaride olduğu gibi sivil mimaride de özgün eserler inşa etmişlerdir. Bu alandaki eserlerden olan kervansaraylar ilk kez Karahanlılar tarafından yapılmış olup bunlara “ribat” adı verilmiştir. Güvenlik ve konaklama amacıyla yapılan ribatlar savunma duvarlarıyla çevrili; mescit, ahır ve oda gibi bölümlerden oluşmaktaydı. Gaznelilerde görü- len kervansaray mimarisi Selçuklular Döneminde geliştirilmiş anıtsal yapılar şeklinde kendisini göstermiştir.
Türkiye Selçuklu kervansarayları; anıtsallıkları, planları ve süslemeleriyle dikkat çekerek önceki dönemlere göre daha gelişmiştir. “Han” veya “Sultan Han” denilen bu yapılar; avlulu, kapalı ve karma olarak inşa edilmiştir. Avlunun ortasındaki köşk mescidiyle beraber kütüphane, revir, hamam, tamirhane gibi toplum ihtiyacına yönelik birçok bölüm de hanlarda yer almaktadır.

Sivil mimarinin önemli bir unsuru olan saraylar Karahanlılara göre Gaznelilerde dahafazla gelişme göstermiştir. Gazne saray planları daha sonraki dönemlerde saray mimarisinin temelini oluşturmuştur. Saraylar; açık ve kapalı geniş alanlar, büyük bir avlu etrafına sıralanan mekanlar halinde tasarlanmıştır. Çok katlı uygulamalardan kaçınıldığı için farklı işlevi olan bölümler arazi üzerine yayılmış, bağlayıcı koridorlarla bütünlük sağlanmıştır. Türkiye Selçukluları Döneminde ise plan ve işlev yönünden Orta Asya ve İran geleneğinden esinlenilerek kaba taş ve tuğladan yapılan saraylar, kervansaraylar kadar gösterişli ve büyük değildir. Dış görünüşleri oldukça sade olan bu yapıların içleri çini, alçı ve taş süsleme açısından çok zengindir. Türkler Anadolu’ya gelirken Orta Asya ve İran’daki geleneksel mimarilerden faydalanarak konut mimarisinde yeni sentezlere ulaştılar. Yaşadıkları bölgelerin coğrafi şartları, dini hayatları, aile yapıları ve günlük hayat tarzları Türklerin yaptıkları konutların şekillenmesinde etkili oldu. Bu gelişmelere rağmen çadır geleneğinden esinlenmeye devam ettiler. İlk Türk evleri çadırın bir kopyası olarak inşa edildi. Çadırdaki düzen daha sabit sembollerle ev planına aktarıldı. Evler tek odalı olup sofasız inşa edildi. Çadır aynen odaya; çadırın önü de avluya dönüştürüldü. Avlu evin merkezi ve ortak kullanım alanı olarak tasarlandı. Evlerde sedirler kuruldu,yüklük gibi kapalı alanlarla beraber, mutfak (ocak) yapıldı.

 Süsleme Sanatları Türk-İslam devletlerinde süsleme sanatları ilk Türk devletlerine göre gelişmiş ve çeşitlilik kazanmıştır. Uygurlardan itibaren kullanılan çini sanatı Karahanlılar ve Gaznelilerde de görülmektedir. Gazne saraylarındaki çiniler Uygur çinileri ile benzerlik göstermektedir. İran’da Büyük Selçukluların yeni teknikler kullanmasıyla büyük gelişme gösteren çini sanatı, onları takip eden Türkiye Selçuklularında özellikle iç mekanların dekorasyonunda başarıyla uygulanmıştır. Bu sanat Beylikler Döneminde de gelişimini devam ettirmiştir. Çinilerde yazı ve geometrik desenler sıkça kullanılmıştır.

Türkiye Selçuklu eserlerinde görülen gösterişli taş işçiliğine karşılık Beylikler Döneminde süslemede sadeleşme görülür. Yapılarda mermer kaplamalar kullanılmaya başlanmıştır. Taş süslemelerin yanında Türk sanatında önemli bir yer tutan ahşap işçiliği; yapıların pencere ve kapı kanatlarında, cami minare ve minberlerinde uygulanmıştır.  El Sanatları Ağaç işlerinin en anıtsal eserleri olan minberler, XII. yüzyıldan başlayarak Türkiye Selçuklu sanatında çok parlak bir gelişme göstermiş bu durum Beylikler Döneminde de devam etmiştir. Uygurlarda görülen fresk ve minyatür türündeki resim sanatı, Orta Asya’dan Anadolu’ya farklı kültürlerin etkisinde kalarak gelmiştir. Resim konusundaki dini endişe, sanatkarları daha çok minyatür yapmaya yöneltmiştir. Türkiye Selçuklu minyatürlerinde sultan ve vezirlerin yaşamlarındaki olaylar, edebiyat eserlerindeki öyküler, manzara ve portreler vardır. XIII. yüzyılın önemli minyatürlerinden bazıları El Cezeri tarafından yazılmış Otomata adlı kitapta yer almaktadır. Türkler İslamiyet’i kabul edince Kur’an’la beraber Arap harflerini de almış, fakat bunu estetik bir yazı haline getirmişlerdir. İlk büyük Türk hattatı Amasyalı Yakut’un (XIII. yüzyıl) hat sanatının tüm kaidelerini ortaya koymasıyla Türk hat sanatının temelleri atılmıştır. “Güzel yazı yazma sanatı” olan hat, sadece kitaplarda değil seramik kaplar, madeni eşyalar ve mimari ögeler üzerinde de görülmektedir.

El Sanatları

Büyük Selçuklularla parlak bir dönem yaşayan maden sanatı XII. yüzyılda Artuklular ve Selçuklularla Anadolu’da varlığını sürdürmüştür. Oyma, kakma, kabartma gibi çeşitli tekniklerin kullanıldığı bu sanat kandil, şamdan, buhurdanlıklar gibi gündelik yaşama ilişkin birçok madeni eşyada kendisini gösterir.

İlk Türk devletlerinden itibaren yaygın olan halı ve kilim dokumacılığı gelişerek devam etmiştir. İran’da halıcılığın gelişmesinde Büyük Selçukluların önemli rolü olmuştur. Halıyı Anadolu’ya Türkler getirmiş ve halıcılık Orta Anadolu’dan Batı’ya yayılmıştır. Halılarda baklava, yıldız gibi geometrik şekiller; bordürlerde bitki ve hayvan figürleri kullanılmıştır. Beylikler Döneminde halı- cılık, gelişimini devam ettirmiş, İslamiyet’ten önceki genelde hayvan üslubuna bağlanan temalar hızla ayıklanmış; yerini bitkisel ağırlıklı süsleme, yazı ve geometrik şekillerden oluşan soyut kavramlara bırakmıştır.

Müzik


Cumhuriyet Döneminde inkılapların da etkisiyle müzikte daha çok Klasik Batı müziğine önem verildi. 1924 yılında ortaöğretime müzik öğretmeni yetiştirmek amacıyla Millî Eğitim Bakanlığına bağlı olarak Musiki Muallim Mektebi kuruldu. Sanatçı yetiştirme işlevini de üstlenen kurum, zamanla Ankara Devlet Konservatuvarına dönüştü. Diğer taraftan yetenekli gençler müzik eğitimi için Avrupa ülkelerine gönderildi. Batı'da çok sesli sanat müziğinde sesini ilk duyuran Türk sanatçı Cemal Reşit Rey oldu. Öğrenimlerini devlet adına yurtdışında yapan Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses dönüşlerinde Ankara Musiki Muallim Mektebinin öğretmen kadrosuna katıldılar. Bu sanatçılar Türk sanat tarihinde Türk Beşleri olarak anıldılar. Eserlerinde genellikle Batı müziği ilkelerini halk müziğinden gelen ögelerle birleştirdiler. Bu müzisyenler görüşleriyle Cumhuriyet Dönemi müzik eğitim sisteminin oluşumunda önemli rol oynadılar.

Güzel Sanatlar
Türkiye’de heykel sanatı ile ilgili çalışmalar 1883’te kurulan Sanayii Nefise Mektebinde başlamıştır. Cumhuriyetle birlikte heykel sanatında önemli gelişmeler yaşanmıştır. Ülkemizde heykel sanatçısının az olması nedeniyle öğrenciler Avrupa’ya eğitime gönderilmiş, yurt dışından da heykeltıraşlar getirtilmiştir. Ülkemizin değerlerinin gün ışığına çıkarılması için arkeolojik kazılara başlanmıştır. Ayrıca heykel ve kabartmalarda Kurtuluş Savaşı ve inkılaplar konu alınmıştır. Bu dönemin ilk heykeltıraşları çok sayıda Atatürk büstü yapmışlardır. Sanatçılar heykellerde taş, mermer, bronz, ahşap, alçı gibi malzemeler kullanmışlardır.

Edebiyat

 Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte, her alanda olduğu gibi edebiyat ve sanatta da yeni bir dönem başlamıştır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında, daha önce Millî Edebiyat akımı etkisinde şiirler yazan Beş Hececiler, hece ölçüsüyle şiir yazmayı sürdürmüştür. Bu dönemde Beş Hececilerden ayrı olarak Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Kutsi Tecer, Ahmet Muhip Dıranas gibi şairler de önemli eserler vermişlerdir. 1928’de Yedi Meşaleciler olarak bilinen topluluk ortaya çıkmıştır. Yine bu yıllarda Cahit Sıtkı Tarancı ile Fazıl Hüsnü Dağlarca dönemin diğer önemli şairleridir. Hikâye ve romanda; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal ve Peyami Safa dönemin öne çıkan en önemli yazarlarıdır. Bu dönemde dilde sadeleşme çalışmaları hızlanmış; sürüp gelen dil tartışmaları, Türk Dil Kurumunun kurulmasıyla bilimsel bir zemine oturtulmuştur. Eserlerde Kurtuluş Savaşı, millî sorunlar ve Anadolu halkının yaşam biçimi işlenmiştir. Sanatçılar, yapılan inkılapları benimsetmeyi, halkı aydınlatmayı görev saymışlardır. Böylece öykü ve romanda toplumsal gerçekçilik olarak adlandırılabilecek bir anlayış ortaya çıkmaya başlamıştır. İstanbul dışından da konuların seçilmesine paralel olarak taşrada da pek çok edebiyatçı yetişmiştir. şiirde ise aruz vezninin yerini hece ölçüsü alırken biçim serbestliği sağlanmıştır.